iğneada ve dupnisa -temmuz 2008-

Yiğit Özgür, yıllar süren skutırcılığı bırakıp, 250'lik skutırını satıp motosiklet almaya karar verdiğinde "Sana başlangıç için şöyle güzel bi xl 200 filan bulalım abi" dedik. Ama adam gitti BMW R 1100 aldı geldi! Neyse kurs falan da aldı, alıştı artık. Ve dedi ki "Foça'da arkadaşlar var, motorla oraya gidicem". Biz de ne güzel dedik ve Memo, Faruken ve Yiğit, hep birlikte Foça'ya gitmeye karar verdik. Memo bir önceki akşam feribotta yer ayırtmak için İDO'yu aradığında öğrendi ki Bandırma, Mudanya ve Yalova'ya, hiçbirine yer yok!.. Aman abi yola çıkmaktan vazgeçerler filan diyerekten durumu çaktırmadı tabi ki...


Memo Firuzağa Kaave'de,
durumu açıklayacak olmanın
tedirginliğiyle bekliyor.

















Faruken Bandırma'ya gidemiyorsak İğneada
tarafındaki Dupnisa Mağarası'na gidelim
şeklinde süpersonik bir öneri getirdi.










Yiğit geliyor.
Saat 07:00.
Feribot kalkışı: 07:00.
Yiğit zaten geç kalmış olmanın
telaşıyla İğneada fikrini de
hemen benimseyiverdi.
Güle güle Foça'daki arkadaşlar,
merhaba İğneada'daki şeyler...
Artık her ne varsa orda...
(Motor da şugarmış haa)













Yiğit trafikli yolları geçip otobana
varınca Foça'yı moçayı unutup
iyicene sevindirik oluyor. Yiğit'in sevinci,
motorun süpersonikalitesi, fotoğraf
makinesinin fazla pozlayıp ortama
nur indirmesi ve fotoşop'un süper
kontrast ve renk ayarları sonucunda
hoş bir fotoğraf ortaya çıkmamış
mı sizce de?








Memo feribot sırrını saklamanın kıvancı ile
yakan güneşten dolayı ter içinde kalmanın tiksinci
arasındaki ince çizgide.










Sevindirik Yiğit, Karizmatik Faruken.
Ulen Faruken, Terminatör gibi adamsın haa.


















Faruken Endurocu gibi olmanın sarsılmaz
bilinciyle davranarak yine sigarasını
büyüteçle yakıyor.










Yiğit ve keyif cigarası.










Faruken Terminatore.












Sigarasının büyüteçle yakılması yetmezmiş
gibi bir de anahtarı kırıldığı için açamadığı
arka çantasının çok işlevli çakının pensesiyle
açılmasından sonra varın Yiğit'in sevindirik
katsayısını varın siz düşünün...








Faruken bir tane elekronik tekerlek basınç ölçeri
bulmuş. Tekerleklerin havalarını bir de ölçtük ki
hepsi bir birinden fena. Hemmen durduğumuz
benzincinin hava pompasına yanaştık.
Benzincinin hava pompası hava üflüyor ama
basınç ölçemiyor, bozuk çünkü. Oraya bakan
çocuğun elindeki mekanik basınç ölçer de bozuk
.








Dolayısıyla çocuk havayı basıyor, Faruken
ölçüyor. Fazla kaçınca sibopa bastırıp biraz
söndürüyorlar. Fazla söndürürlerse biraz daha hava
basıp tekrar ölçüyorlar. Memo da küçükken
babasınının araba için aldığı mekanik
basınç ölçere üfleyip üfleme basıncını ölçmeye
çalışmasını hatırlıyor o sırada...






Yaşasın Fotoşop'un açıkları koyultması,
koyuları açıltması!.. Yaşasın güneş
gözlüklerinin insanı karizmatikleştirmesi!..










Memo, içinde kalan Neyşınıl Coğografik
fotoğrafçılığını ifa etme çabasında...
Ama yani, benzincinin garajının galvaniz
tavanınıda serçelerin yuva yapmış olmaları
hakikaten ne gadder ilginç deyil mi?..

















Otobandan çıktıktan sonra hiç trafik olmayan,
hafif virajlı, yeşillikli manzaralı, süpersonik bir
yola girdik. Ve tabi ilk fırsatta kraker yeyip su içme
molası verdik.









Memo'yla Yiğit kraker tıkınızlarken
Faruken uzaklardan fotoğraf çekizliyor.











Memoyla Yiğit kraker tıkınızlarken
Faruken yakından da fotoğraf çekizliyor.
(R 1100 süper be abi)











Yiğit'in yüzünde güller açızlıyor.










Faruken su püskürtüzlüyor.












Memo gıdılarım var diye sevinizliyor.
Rejim yap Memo rejiiim!..










Ana!.. O ne!..










Yapma Faruken!.. Etme!..
Şeytan doldurur!..










Olayın aslı şu ki, Faruken bir gün
evine doğru gitmektedir. Yanına "Ok yay
ok yay ok yay" diye bağıran bir adam
yanaşır. On yetele gibi cüzi bir meblağ
karşılığı ok ve yey satmaktadır.
Faruken "Yahu niye almıyorum ki, belgrad
ormanında filan atarız bunu" diye
düşünerek yayı ve okları alır. Gün olur
devran döner ve o ok ve yay İğneada yolunda
Faruken'in çantasından çıkızlayıverirler.
Artık Faruken, Memo ve Yiğit adeta birer
avcıdırlar.










Amacımaz karşıdaki telgraf direğini vurmak.
Bu devirde telgraf direği mi kaldı yahu? Telefon
direği olmasın o?..










Yok yok, kesin telgraf olması lazım.
Yoksa telefon mu yaa...










Her neyse, telefon artık cepte,
telgraf yerine de mail var...
O zaman o direk de bana girsin...










Ve yiğit isabet kaydediyor!..
Kardeşim o sakal bıyık bende olsa
ben de isabet kaydederim. Adama baksanıza,
bildiğin Robin Hood!..
















Memo dede nişan alıyor.
Dedeeee, dedeeeeee, o tarafa diyil bu tarafa
atıcan dedeee!.. Kulakları da duymuyo ki
artık bunun...









Velhasıl hepimiz birer kere direğe oku isabet
ettirdik efenim. Fotoğraf ise bir natürmort.
Konuyla alakasız.










Faruken hızını alamadı ve bir sonraki
molada ağaca bıçak saplamaya girişti.










Netekim 38 denemeden sonra
başardı da... Solda bıçağın
saplandığı süpersonik Istıranca
Ormanı ağacı, sağda
kıvançlı Faruken...




















Bu da bildiğimiz karasinek. Sadece sarışın
ve renkli gözlü bir karasinek. Çünkü trakyalı.
Vallaha da billaha da "Te be ızzzz ızzzz be yav"
diye uçtuğunu gözlerimle gördüm.









Yaşasın süpersonik Istıranca
Ormanları, yaşasın Fotoşop'un
renkleri süpersonikleştirmesi...












Bi de şu zibidilerin Istıranca Ormanları'na
yaptıklarına bak...










Yiğitbaşı: 13 km
Farukenbalabanı: 9 km
Memogökyakası: 2 km










Vay canına, bu da nesi böyle!..
Adeta Gandalf'in asası çevreye
ışınlar saçıyor gibi!..










Efendim burası Dupnisa Mağası'nın
girişindeki gözleme tesisi. Çardak olarak
direklerin üzerine kocaman bir naylon
gerilmiş. Ormanın ortasında naylonun
bu kadar güzel durabileceğini kim
tahmin edebilir?..
















Lan yoksa güzel olan naylon diyildi de
kaşarlı sucuklu gözlemeler miydi aceba?










Istıranca Ormaningo










Süpersonik orman.





















Mağaraya girme öncesi hazırlık.
Dizlikleri bellikleri çantaya koymak filan
gibi hazırlıklar yani.

















Mağaraya gidiş yolu.















Vallahi bu kadar şahane bi ormanı
bi tek karadeniz bölgesinde gördüm.
Zaten kırklarelili'ye "Nerelisin" diye
sormuşlar, "Karadenizliyim beyav" demiş.
(Doğu karadeniz-batı karadeniz...
Çaktınız köfteyi?..)















Mağaraya adeta Fantom'un mağarasına
gider gibi gizli geçit gibi bir kayadan
geçerek ulaşıyoruz.

















İşte Dupnisa Mağarası'nın girişi.





















İşte Dupnisa Mağarası.













Efenim, bu mağaranın uzunluğu
3200 metreymiş.










Yaklaşık 500 metre kadarlık bir kısmına
betondan gezi yolu yapılıp ışıklandırılmış.
Biz tabi ki bizim gibi saftorik kendinibilmezler için
düzenlenmiş bu kısa güzergahı dolaşıyoruz.









Mağaranın içinde ilerledikçe daha
büyük mekanlara giriliyor, görkem
katsayısıyla birlikte yusuf
katsayısı da artıyor.
























Mağaranın en en yüksek ve en
görkemli yeri bu merdivenli yer.
























Bu fotoğrafa dikkatli bakın... Memo
fotoğrafı çekiyor, Yiğit sağda kalın
demirin hemen arkasında, Faruken
solda durmuş kameraya bakıyor. Peki
üstte, merdivenin sonunda kollarını
açmış duran parlak figür kim?!.. Aman
tanrım, paranormal bir olaylan karşı
karşıya mıyız yokusam!..








Sarkıtlar ve dikitler.













Şimdi abi, bu sarkıt ve dikit
kelimelerinde bir karmaşa var. Sarkan
taşa sarkıt diyoruz. Şu durumda dikit neye
diyoruz? Sark-ıt > sarkan taş. Dik-it > diken taş
olmalı. Halbuki dik olan dikmiyor, dikiliyor.
Dolayısıyla dikit değil, dikilit olmalı.
Sarkan taş > sarkıt, dikilen taş > dikilit.
Sarkıt-Dikilit. Doğrusu bu...














Burası mağaranın arkadaki çıkışı.
Burdan çıkıp dağdan aşağı inerek girişe
varılıyor. Fekat biz ordan gitmeyip tekrar
mağaranın içinden geri dönmeye karar verdik.
Biraz daha mağara gezebilmek için mi? Hayır,
o merdivenleri çıkarken sucuk gibi terleyip dışarı
çıkıca hamam gibi havayla karşılaşınca mağara
serindi yahu diyerek serin yoldan dönmek için...





Ne gadder güzel bir mağara deyil mi?..










Yiğit ve Memo'dan hoş bir poz, Faruken'den
hoş bir kadraj, Dupnisa'dan hoş bir delik.










Ne küsel.













Memo yürüme pozu veriyor.


















Efenim, biz gerisin geriye dönerkene aniden
ışıklar kesilmesin mi!.. Tam bir zifiri karanlıkta
kaldık. Çeşitli beyaz derili sivri dişli yaratıklar
saldıracak bize diye çok korktuk ama allahtan
cep telefonlarımızın ışıkları var idi de
yaratıklar bize yanaşmadılar, kurtuluzladık.







-Zifiri karanlığın fotoğrafını çekebilir
misin abidin?
-Çekiyorum çekiyorum flaş patlıyor
olmuyor abi...









Mağaraya girmenin en güzel tarafı
neresidir diye soracak olursanız
'dışarı çıkmasıdır' derim.













İstirence Örmeni










Terden sucuk gibi olan Memo ve Yiğit
Montlarını çıkarıyorlar.










Orman ve ormanın içinde
orman tuvaleti.


















Tekrar gözleme tesisine varınca öğrendik ki
mağaranın girişindeki görevli ışıkları
ziyaretçi girerken açıyormuş, yaklaşık
arkadan çıktığı vakit kapatıyormuş.
Nerden bilsin adamcaaz bizim tekrar içeri
girdiğimizi, değil mi ya?..







Dupnisa köpeği.










Efenim, Dupnisa'da işimiz bitince doğruca
vurduk kendimizi İğneada'ya. Hemen bir otele
yerleştik ve o yorgunlukla uzanıverdiğimiz
yataklarda sızıverdik. Bu yüzden otele ve geceye
dair hiç fotoğraf yok. Ertesi sabah Yiğit denize
girerkene Faruken'le Memo da motorları
yıkatacak yer arayıp bulmuşlar.






Neşeli oto yıkama.










Memo yağlama çukuruna bakarak düşüncelere dalmış.
Muhtemelen askerde gece üç beş nöbetinden yarı uyur vaziyette
dönerken yağlama çukuruna düşüp g3'ün dipçiğini kırışını
hatırlıyor olsa gerek...
















Oto yıkamacının post apokaliptik
mad max arabası.











Neşeli oto yıkamacı bu arkadaşımız.










Bu arkadaşımız da meraklı bisikletçi.










Faruken motorunun yıkanmasını
adeta bir huşu içerisinde seyrediyor.


















Neşeli Oto yağlamacı.










Neşeli kel, hüzünlü Memo.










Neşeli yağlamacı, neşeli greyderciye karşı.










Neşeli motorlar.










Hey yavrum be!..
Şu motordaki süpersonikaliteye bakınız!..























Neşeli İğneada köpeği.












Neyse efendim, İğneada'dan yola çıktık ve
Demirköy civarlarında gelirken tabelasını
görmüş olduğumuz tarihi demir döküm ocağını
aramaya koyulduk.









Netekim bulduk da. Biraz terkedilmiş
bir mekan gibi sanki.










Terkedilmiş bir karavan'ın üzerine
bir not yazılmış:
Ayatta makarna yapmam yimem de -Üseyin










Yimek demişken, makarnamız yok ama
konserve sarmamız var beyav.










Neyşınıl Coğografikçimiz Memo,
kavak ağaçlarının üzerinde o ağaca
ait değilmiş gibi duran kavaktan daha
koyu yeşil, top kibi yaprak kümeleri
bulunduğunu farkediyor ve derhal olayı
incelemeye alıyor.















..Ve fotoğraf makinesinin zumu sayesinde olayı
çözüyor. Bu yabancı bir bitki ve muhtemelen bir
asalak. Bakınız nasıl da kavağın gövdesinin
içinden çıkızlıyor.
Memo keşfettiği bu bitkiye kendi adını veriyor: Kavakasalakia Tembelchizerrius







Kavak tarlası. Ya da kavak bostanı.
Ya da kavak bağı. Yok, bahçesi.
Ya da amaan ne biliyim, kavaklık işte.










İşte, Demirköy Tarihi Demirdöküm Ocağı burası.












Kalıntıların üzerine keçe gibi bir örtü
örtülüp onun da üzerine çimento ya da boya
gibi bişey serpiştirilmiş. Bir nevi koruma
olsa gerek.









Bu, ocağın bacası.
Restore ediliyür.























Bu, ocağın bekçisi.










Yok lan, şaka yaptım.
Bu, Neyşınıl Memo'nun kankası.










Faruken ve baca.










Memo'nun kankisi Kertenkele Osman.
Biz ona ısaca Kertenkosm diyoruz.










Tarihi demirdöküm ocağı işte bu kadar biyer.
Kalıntıların altında bi takım tünel gibi
dehliz gibi yerler de vardı ama yolcu yolunda
gerek diyerekten oralara girmeye tırstığımızı
belli etmemeye çalıştık.








Neyşınıl Memo bir de yırtıcı kuş görünce
adeta bir görmemiş gibi bin tane fotoğrafını
çekmiş. Bütün fotoğraflar da birbirinin aynı haa.














Şahin mi, doğan mı, atmaca mı
yoksa bir kartal mı olduğunu
bilemediğimiz bu gizemli kuş,
ağaçların ardında yitip gidizledi,
gözden kayboluzladı.










Kuşu görünce herhalde, Yiğit'in aklına
papağanı geldi. Faruken'le bir olmuşlar,
papağana tünek olmaya münasip bir dal
arıyorlar.











İşte tünek dalı. Yiğit'in nice zorluklara
katlanarak İstanbul'a kadar götürdüğü bu
daldan, sonradan aldığımız haberlere göre,
papağan efendi ölesiye korkmuş. Çıkarıp atana
kadar kafese girememiş bile. Değerbilmezlik böyle
bir şey olsa gerek. Neymiş efendim, kedi nankörmüş.
Asıl sen papağana bak be!..






Ocaktan sonra tekrar dönüş yoluna girdik. Faruken
nereden duyduysa duymuş, bi zamanlar (30 yıl kadar
önce) Uğur Dündar'ın programında çıkan ters
yokuş buralardaymış. Ters yokuş, arabayı boşa alıp
bırakınca arabanın yokuş yukarı gittiği manyetik kunyetik bir yokuşmuş. Fekat biz tam yerini bilmiyoruz.
Mola verdiğimiz gölgelikte yanımıza gelip park eden
işçilere sorduk, hiç haberleri yokmuş, buralı diyillermiş
zaten. Ama bize karpuz ikram ettiler. Çok nefisti.





Yiğit'le Memo Arsız gibi şapır şupur yedikleri
karpuzdan sonra ellerini yıkayorler.











Faruken karpuzun tadını çıkartıyor.










Bu beye biz Damat Bey diyoruz. Çünkü kendisi
buralı değilmiş, buraya damat gelmiş. Yenice
kasabasında insanlara şu Uğur Dündar yokuşunu
sorarken Damat Bey kendisini de götürürsek
gösterebileceğini söyledi. Biz de kendisini arkamıza
aldığımız gibi geri döndük. Çümkü yokuş
geldiğimiz taraftaymış, üstünden geçmişiz
farketmemişiz.





İşte o ünlü Uğur Dündar yokuşu burası. Sizce ne taraf
yukarısı? Burası mı karşısı mı? Söyliyeyim, karşısı.
Ama en karşısı. Ordan motorları boşa alınca işte Yiğit'in
durduğu yere kadar geliyor motorlar. Biz çok ikna olamadık,
yolunuz oraya düşerse siz de deneyin.
















Yörenin adı Manyetikalan.
Hatta o karşı virajı dönünce
"Manyetikalan alabalıkçısı"
diye bir balıkçı bile var.











Damat Bey, Manyetikalan'la yetinmedi, bize
bir de Kaynarlar Köyü'nü tarif etti. Dedi ki köy
meydanında kaynaklar varmış, her bir yerden
sular fışkırıyormuş, kesin görülmeliymiş. Biz
de İstanbul'un tersi istikamete gitmek pahasına da
olsa Kaynarlar'a saptık. Evet, köy meydanında bi
kaç havuz gibi kaynak gibi şeyler vardı ama biz daha
çok oradaki balık restoranla ilgilendik. Aç idik zira.





Balık restoran'ın içinde de sular kayniyürmüş meyer.


















Valla kaynaklarını bilemem ama
balıkları çok güzeldi buranın.





























İstanbul'a göre çok ucuz olduğunu da ifade etmek isterim. (Gurme yazarı gibi oldum lan, ehe ehe ehe)


Daha önce güneş gözlüğünün insanı
karizmatikleştirdiğini söylemiştim di mi?
Malesef yanılmışım.









Endurocu gibi olmak Yiğit'in ziyadesiyle
hoşuna gitti, Yemek sonrası sigarasını
bile büyüteçle yakar oldu.










Abovv!.. Yiğit!.. Ne oldi sana!.. Bi nefes çektin
kurudun kaldın!.. Sigara sana yaramıyo be abi...











Yiğit henüz bir kgs alamamış kendisine
bugüne kadar, bu yüzden
gişelerden geçtikçe
durup geri yürüyüp bi
de Yiğit için kart okutuyoruz.
Bi de akıllı gişe aynı kartı üst üste iki kere
okumuyo. Önce Faruken geçiyor, sonra Memo
geçiyor, sonra Faruken geri dönüp Yiğit'i geçiriyor.







Böyle yaparak gişeye demiş oluyoruz ki: "Ben bu
kartla buradan geçtim, benden sonra bir araç daha
geçtiğine göre anla ki ben bir soraki sapaktan dönüş
yapıp tee gerideki bir önceki sapaktan tekrar bu
tarafa dönerek gişeye tekrar geldim. Hem de benden
sonraki o aracın geçtiği 30 saniye içinde." Gişe de
anlıyor. Akıllı gişe işte...






İğneada Lüleburgaz arasındaki süpersonik
kıvrım kıvrım orman yolundan sonra otoban
gayet can sıkıcı. Park alanının birinde
benzin molasını fırsat bilen Faruken ve Yiğit
çizme mont ne varsa çıkarmışlar, kendilerini
havalandırıyorlar.







Memo ise "Nasıl olsa birazdan hareket edicez,
montu çıkarıp giymek durup terlemekten daha zor"
zihniyetinde ısrar etmekte kararlı görünüyor.
Ya da inat ediyor mu desem? Yok yok, inat etmiyor,
kararlı o...








Boyumdan yüksek selesi olan bi motor görsem
ben de böyle mel mel bakakalırdım.










Park alanı da fena bi yer
diyil aslında haa... Efil efil.
































Karizmo Faruken, Kararlı Memo, Keyifli Yiğo.


Yiğit motorla bütünleşmiş. Sürüşte motorla
bütünleşmek iyi ama molada biraz
ilginç olmuş.










R 1100 de yaani bu açıdan
şaane duruyor canıım...























Bir eli yağda bir eli balda hesabı,
bir ayak bmw'de bir ayak honda'da...














Faruken'in çektiği bu foto sanki daha
şimdiden ifsak fotoğraf yarışmasında
mansiyon almış gibi.










Bu da bir diğer fotoğraf sanatı.










Bu ise bale sanatı.
Kararlı Memo ekipmanını üzerinden
çıkarmayınca yirmi metre ilerideki tuvalete
yürümekte zorlanıp motorla gitmeye karar vermiş.
Yiğit ise bale yapıyor.








Son derece sıkıcı bir otoban yolculuğu,
ikitelli viyadüğü, aksaray trafiği gibi şeylerden
sonra en nihayetinde Cihangir'e vardık ve hele bir
soluklanalım diye ilk buluşma yerimiz Firuzağa
kaaveye oturduk. Memo bir de ne görsün, sevgili
zevcesi Selda kaavede oturmuyor mu! "Hadi Memo,
eve gel de bi duş alıver" der gibi bakıyor Memo'ya
sanki. Zira Memo kararlı olduğu için biraz
terlemiş durumda.





Kaavedeki selpakçı teyze
Memo'yu çok sevdi.


















Kaavede an geçmiyor ki bir tanıdık
görüzlemeyelim. İşte Yiğit'in arkasında
bin yıllık mizah dergisi kaligrafı
Rıza Külegeç.









Ve bakınız: Faruken'in yanında bin yıllık
karikatürcü Kemal Aratan...
Pek mizahi bir şekilde tezahür eden bu finalden sonra
hepimiz evlerimize dağıldık, duşlarımızı aldık,
yimeklerimizi yidik, kanepelerimizde sızdık,
kalkıp yerimize yattık...








Bu fotoğrafı yolculuktan yaklaşık iki ay kadar sonra ekliyorum efenim. Fotoğrafı Yiğit gönderdi. Papağan efendi Yiğit'in dala alışmış. Alışmış ama iki ayda alışmış. Tam iki ay, dile kolay. Papağan efendi bilmemkaç yüz yaşına kadar yaşadığı için iki ay ona makul gözüküyor olabilir ama bizim inceden acelemiz var karrdeşim!..

31 comments:

Unknown said...

Süpersiniz...Sizin arkadaşlığınıza gerçekten imreniyorum.Bende karikatür çiziyorum.Benide alın aranıza lan.Hiç böyle arkadaşlıklarım olmadı.Abim olun benim:)

aybuk said...

çizgi roman gibi aynen. bayağı inciğini cıncığını okudum. ama bazı fotoğraflar çıkmamış.

aybüke

Işıl Şener said...

ağman tanrım!
içinde iğneada, demirköy, lüleburgaz kelimeleri geçen bir blog!
siz benim memleketime gitmişsiniz beaaauv.
iğneada limanköy'de bi deniz feneri vardır, oraya da gitseydiniz keşke, hastası olurdunuz eminim.
iğneadada çupra( ya da çipura) yenir, demirköyde yol kenarındaki teyzelerden bal alınır, pınarhisar-lüleburgaz arasındaki devekuşu çiftliğine gidilir-gezilir.
ehahea. fotoğraflarınız da çok güzelmiş.
dupnisa gazileri sizi.

S dat said...

Sizleri fahri hemşo ilan edizliyorum bea (:

mtk said...

Gezi ve samimiyet hoş,güzel şeyler.Ama sizin gibi binlerce kişiye örnek olması gereken insanların ağaçları delmesi ve bunu bir oyun haline getirmesi hiç hoş değil...

emir.alp said...

niye büyüteç falan?

Şehzade Ali said...

umut'u da alsanıza aranıza.
onla da ok atın.

Yunus Emre ZIMBA said...

güzel olmuş da hiç mi üşenmiyorsunuz be abi bu akdar şeyi ayrıntısına kadar yazmaya...

Onur said...

Her zamanki gibi harika bir gezi ve sunum. Blogunuzu sürekli takip ediyorum, daha çok gezi bekliyoruz sizden. Tebrikler!

pelinn said...

yiğit zaten karizmatiksin imza günü dibim düşmüştü sana bakmaktan şu motorla da süpper karizmatik olmuşsun yanii

Fulya said...

Harikuklade blog =)
harikulade motosikletler ile harikulade yollar yapılmış gerçekten... yazılar da cuk oturmuş, devamını isteriz ama

Anonymous said...

mtk bi saçmalama iki kelam.

Anonymous said...

Merhaba, malesef iğneadayı hiç gezememişsiniz üzüldüm, o motorlarla orada gezecek öyle güzel yerler varki

hornethido said...

o zikindirik dizlikler sizi korumaz abicim. adam gibi moturpisiklet pantülü alın, öyle dolanın!

Turkish Freelance Translator said...

ellerinize sağlık! gezi raporu, mizah yazısı ve fotoroman karışımı çok eğlenceli fantastik bir iş olmuş.

yalnız bir noktaya takıldım; "Ayatta makarna yapmam yimem de -Üseyin" yazısı gerçek olamaz, kesin Yiğit'in işi... balon çizmeyi unutmuşsunuz :)

buraKargın said...

ne adamsınız yawww!

komutan said...

kaynarlar değil orası kaynarca. bayram'ın yerinde köfte yemeden gelmişsiniz yazık olmuş.

Begüm Şahin Bilgin said...

utanmadan iddia ediyorum: fazla fotoğraf çekmek gezinin kozmik akışını bozar.

suna yilmaz said...

Kavakasalakia Tembelchizerrius ismini verdiginiz o, evet asalak bitki aslinda okse otudur. asalaklastigi agaci zaman icinde cok fena kurutur.
blogunuzun hastasi oldum. takipte kaliciiim.

Cem Batur said...

Yiğit Abi'nin motoruna veresim var.

Unknown said...

o kadar samimi ve ayrıntılı anlatmışınız ki, aynen yanınızdaydım hem okurken hem de fotolara bakarken. çok keyifliydi. eyvalla..

Elif said...

Fotolar pek güzel olmuş..

Anonymous said...

ah ah. bir daha gidilir ise; başımın üzerinde yeriniz var ya da limanköy'de misafirhane var. hem fenere yakın, hem kahvaltısı zevkten yenmez. daha önemlisi iğneada çok darda. http://www.bugday.org/article.php?ID=2259

Zoghurt said...

mad max arabası.

bittiğim yorumdur bu..
resimler gayet hoş
+rep

burrhole said...

ben ne yiğit'i ne faruken'i ne de memo'yu gördüm fotolarda:P bmv r 1100'ü görmemle algılarım değişti. memo olsun faruken olsun adeta birer motosiklet oluverdiler:D haa yiğit de öyle oldu yanlış olmasın! maddeye yöneldim,gezinin neşesiymiş samimiyetiymiş tüm hikaye oldu. r 1100'ün bi sesini kaydedip koyaydınız ha canlar? egsozuna kurban:P

beyler sizi tenzi ediyorum:) selamlar hepinize...

unutmayayım R 1100 sana da selam:D

redfox said...

hoş bir gezi olmuş.

Manuk said...

inatla her gün bloga bakıyorum ama yeni gezi yok. geçenlerde bezginin oraya bıraktım motoru indim bi baktım memo oturuyo soriyim dedim aynı bu sorduğumu direkman kendisine. korktum sonra "siktir lan senle mi uğraşıcam" gibisinden tepki verir diye :)

copyright © laliberte - 1994 said...

Sevgili memo,
Sarkıt mağaranın tavanından damlayan suların zamanla tavandan aşağıya doğru içindeki minerallerin sertleşmesiyle oluşurken.

Dikit, yokardan damlayan suların içindeki minerallerin, suyun damladığı yerde zamanla yokarı doğru sert tortular halinde birikmesiyle oluşur.

Çok hoş gezi olmuş. Paylaşım için teşekkürler.

tıkırtı said...

maşallah çok hoş bi gezi olmuş kanımca...ki burdan hoşsa ordan nasuldur dadından yenmez içilmez ..yiğit ağbiğğ senide oralarda görmek ve bunun fotolara yansıması harika ötesi olmuş ki.bölücek bişey bulamıyorum hüzünlendim ...buralardan gitmeyin buralar gitsin

Mr.Macchiato said...

Fotoğraflar da anlatım da harika. Ellerinize sağlık. Yok mu ya yeni gezi yeni rapor?? Aportta bekliyorum...

Anonymous said...

günlerdir okuyorum bolğunuzu, gezilerinizi, mizah dergisi tadında olmuş blog'da. Bu arada kararlı bir ilerleme yaşamışsınız motosiklet olayında 50cc, 200cc, 650cc, bundan sonrası artık 1200GS olsa gerek...;)